İyi dostlar, iyi kitaplar, bir de huzurlu bir vicdan

“Kitap okuyorum ama karakterleri ve içeriği sürekli unutuyorum diyen kişiler için bir paylaşımdır…”

Bir defasında hocama dedim ki: “Bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı.”
Bana bir hurma uzattı ve dedi ki: “Bunu ağzında çiğneyip ye.”

Yedikten sonra sordu:

” Şimdi sen büyüdün mü ? :

” Hayır, ” dedim.

Dedi ki : “Büyümedin ama o hurma vücuduna dağıldı; et oldu, kemik oldu, sinir oldu, deri oldu, tırnak oldu, hücre oldu…”

Anladım ki, okuduğum kitap da öyle dağılıyor ;

Bir kısmı kelime dağarcığını zenginleştiriyor. Bir kısmı bilgi ve irfanını artırıyor, bir kısmı ahlakını güzelleştiriyor, bir kısmı yazı ve konuşmada üslubuna incelik katıyor, bir kısmı hayata farklı bakmanı sağlıyor, bir kısmı içindeki sevgi merhameti artırıyor, bir kısmı özgüvenini artırıyor, düşünmeni, sorgulamanı tetikliyor, olaylar karşısında nasıl davranman gerektiğini öğretiyor… her ne kadar sen bunların farkında olmasan da.

Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü kitap okumak çok şeye yarar ! O kadar çok şeye yarar ki neye yaradığını söylemek imkansızdır.

“İyi dostlar, iyi kitaplar, bir de huzurlu bir vicdan: İşte ideal hayat.”

M. Twain

Yansıtmak ve… Eylem.


Zengin ve fakir ülkeler arasındaki fark ülkelerin yaşı değildir.

Mesela,
Hindistan ve Mısır gibi ülkelerin ikibin yıldan fazla
geçmişi vardır ve fakirdirler.

Öbür taraftan,
Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi
150 sene önce isimleri bilinmeyen ülkeler kalkınmış ve zengin ülkelerdir.

Doğal kaynakların
var olup olmaması da zengin ülke
fakir ülke arasındaki farkı yaratmaz !!

Japonya..
Ufacık bir adaya sıkışmış, %80 arazisi tarıma ve hayvancılığa uygun olmayan bir
ülkedir ama aynı zamanda
dünyanın ikinci büyük ekonomisidir.
Ülke dev bir bir yüzer fabrika gibidir, bütün dünyadan ham madde ithal eder, sonra da bütün dünyaya
bitmiş ürün ihraç eder.

Diğer bir örnek,
Kakao yetiştiremeyen ancak dünyanın en
kaliteli çikolatasını üreten İsviçre dir.
4 ay da sürse de kısa yaz döneminde toprağı da ekerler, hayvancılık ta yaparlar.
Bu yetersizlikte bile ürettikleri süt ürünleri en iyi kalitededir.
Bu ufak ülke yansıttığı güvenli, düzenli ve çalışkan ülke imajı sayesinde dünyanın para kasası
olmayı da başarmıştır.

Zengin ve fakir ülkelerin yöneticilerini birbirleriyle karşılaştırdığınızda aralarında önemli bir fark bulamazsınız.

Irk ve deri rengi de önemli değildir.
Kendi ülkelerinde
tembel olarak tanınan işçiler aslında zengin Avrupa ülkelerinin arkasındaki
ana üretici güçtür.

Peki….
O zaman aradaki fark nereden gelmektedir?

Fark ;
Uzun yıllardır kültür ve eğitim ile içlerine işlenen değişik bakış açısıdır.

Zengin ve kalkınmış ülke insanlarının davranışlarını incelediğimizde,
büyük bir çoğunluğun şu prensiplere kalben inandığını görüyoruz….

1. Temel ahlaki kurallar
2. Dürüstlük
3. Sorumluluk
4. Kanun ve kurallara saygı 5. Başkalarının hakkına saygı 6. Çalışkanlık
7. Tasarruf ve yatırıma inanç 8. İrade
9. Dakiklik

Geri kalmış ülkelerde
nüfusun çok küçük bir azınlığı bu prensiplere inanmaktadır.

Biz,
doğal kaynaklarımız olmadığı için veya
doğa bize karşı zalim davrandığı için fakir değiliz.

Biz,
doğru bakış açısına sahip olmadığımız için
fakiriz.

Zengin ve kalkınmış ülkeleri
o noktaya getiren işlevsel prensiplere uymak ve bunları çocuklarımıza öğretmek
azmimiz olmadığı için hala fakiriz.

 

 

Atatürk ve Çiftçi


Atatürk, dinlenmek için gittiği İstanbul’daki Florya Köşkü‘nden, yanında yalnızca şoförü ile Küçükçekmece’ye doğru giderken tarlasında sabanla çift süren bir çiftçi görür. Çiftçinin sabanında koşulu olan öküzün yanında, koşulu bir de merkep vardır. Atatürk şoförüne;
— Arabayı durdur, der.
Arabadan iner. Tarlaya doğru yürür. Çiftçi kendisine doğru geleni görmüştür. Sabanında koşulu olan öküzü ve merkebi durdurur. Atatürk, yanına gelince,
— Kolay gelsin Ağa, der.
— Sağolasın Bey! Hoşgeldin.
— Hoşbulduk Ağa. Yoldan geçerken dikkatimi çekti. Öküzün yanına merkep koşmuşsun. Hiç öküzün yanına merkep koşulur mu? Bunlar denk değil.
Köylünün canı sıkkındır. Biraz da alınmıştır. Bezgin bir ses tonuyla,
— Merkeple öküzün yan yana koşulmayacağını bilmiyom mu sanıyon Bey. Sen bunu bana mı söylüyon?
— Kime söylemeliyim Ağa?
— Sen bunu git vergi memuruna söyle.
— Vergi memuruna mı?
— He ya! Bu sene ürünüm kıt oldu. Vergi borcumu ödeyemedim. Dört gün önce vergi memurları öküzün eşini “vergi borcunu karşılar” diyerek alıp götürdüler. Sattılar. Benim öküzün eşi sizin gibi Beylerin sofrasına et, sucuk oldu Bey.
Atatürk, çok sinirlenmiştir. Alışkanlığı gereği kızdığı zaman kaşlarını çatmaktadır. O’nun bu halini gören köylü,
— Bana niye kaş çatıyon bey. Yalan söylediğimi mi sanıyon? Sana ne söylediysem hepsi doğru. Ben Küçükçekmece köyündenim. Muhtara sor istesen.

Atatürk,
— Neden Kaymakam Bey’e gidip durumu anlatmadın Ağa?
— Gittim bey.
Köylü duraksamıştır. Bunu anlayan Atatürk, devam eder.
— Kaymakam ne dedi?
— Git borcunu öde, dedi.
— Sen de Vali Bey’in yanına gitseydin.
Köylü Atatürk’ü bir müddet süzer. Atatürk, konuşmadan dinlemektedir. Köylü konuşmaya devam eder.
— Sen hiç Vali’nin yanına gitmemişsin bey. Halından belli oluyor.
— Halimden belli mi oluyor?
— He ya! Hem gitseydin bilirdin.
— Neyi bilirdim?
— Kapıdaki jandırmaların adamı içeri koymadığını, bey.
Atatürk,
— Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekip, durumunu niye izah etmedin?, diye sorar.
Köylü gülümseyerek,
— İnsanı güldürme bey. Başvekilin kulağı sağır, duymaz diyola, der.
Atatürk, kızmıştır.
— Peki! Gazi Paşa’ya niye telgraf çekmedin?,diye sorar.
— O’nunda bir gözü kör, görmez diyola. Hem, sen zenginsin. Tomofilin bile var. Bunları heç duymadın mı?
Atatürk, cüzdanından elli lira çıkarır.
— Bunu kabul et ağa. Öküzün yanına bir eş alırsın, der.
Elleri titreyen köylünün, elini sıkar. Yanından ayrılır. Hızlı adımlarla arabasına doğru yürür. Florya Köşkü‘ne döner. Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çeker.
—“ Derhal Heyeti Vekileyi (Bakanlar Kurulu’nu) topla, İstanbul’a gel.”
Başbakan başkanlığında Bakanlar Kurulu Florya Köşkü‘ne gelirler. Atatürk, şoförünü köylüyü alıp gelmesi için yollamıştır. Arabanın içinde sıra sıra dizilmiş Jandarmaların arasından Florya Köşkü‘ne gelen köylü “Eyvah ben ne yaptım” diye için için dövünmektedir. Kendisini kapıda karşılayan şık giyimli bir beyefendi nazik bir sesle “ beni takip edin efendim” deyince içi biraz ferahlasa da çok korkmuştur. Adamı takip ederek büyük bir toplantı salonuna girerler. Salon kalabalıktır. Ortada büyük bir masa, etrafında sandalyelere oturmuş şık giyimli insanlar ile ayakta duran iki kişi daha vardır. Gözleri karamış, ayakları bedenini taşımakta zorlanmaktadır. Heyecandan kalbi fırlayacak gibidir. Tanıdık bir ses duyar.
— Hoşgeldin Ağa. Gel yerin burada.
Diyen Atatürk, sağ tarafında, yanında ayırdığı boş sandalyeyi eliyle işaret etmektedir. Köylü, zorlanarak yürür ve yığılırcasına sandalyeye oturur. Durumunu anlayan Atatürk,
— Sakin ol Ağa. Korkacak hiç bir şey yok.
— Sağol Bey! Sağol.
Köylünün soluklanmasını ve rahatlamasını bekleyen Atatürk, bir müddet sonra,
— Seni buraya niye çağırdım biliyor musun Ağa?
— Hayır Bey, bilmiyom.
— Dün bana anlattıklarını, bu gün burada anlatmanı istiyorum. Ama; bir tek kelimesini dahi atlamadan, eksiksiz olarak anlatmanı istiyorum. Haydi başla, seni dinliyoruz.
Köylü başından geçenleri bir bir anlatır. Daha önce söylediklerinin eksik olanlarını Atatürk, tamamlar. Köylünün konuşması bitince Atatürk, masada oturanları tek tek tanıtır. Kendisinin de Gazi olduğunu söyler. Sonra ayağa kalkar. Elini masaya sertçe vurarak, öfkeli bir sesle;
— Beyler, ben çiftçinin koşumluk hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tohumluk buğdayını sattıran kanun istemiyorum. Ben çiftçinin tarım aletini, sağımlık hayvanını sattıran kanun istemiyorum. Ankara’ya dönecek ve bu işi hemen halledeceksiniz.
Bu olaydan sonra aşağıdaki kanun bir gecede hazırlanıp yasalaştırılmıştır. İcra İflas Kanunu Madde 82/4.: Borçlu çiftçi ise, kendisinin ve ailesinin geçimi için zorunlu olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer teferruatı ve tarım aletleri haczedilemez.!

Teknolojik elitlerin yeni hedefi Beynimiz

Yuval Noah Harari:

30/01/2018
Tarihçi / Yazar Yuval Noah Harari, bu yılki Davos Zirvesi kapsamında yaptığı konuşmasında yakın gelecekte yaşayacağımız veri merkezli bir distopyaya dikkat çekti.

Sapiens ve Homo Deus adlı kitaplarıyla son döneme damgasını vuran Tarihçi / Yazar Yuval Noah Harari, bu yılki Davos Zirvesi kapsamında yaptığı konuşmayla bir kere daha gündeme geldi. Biyoloji ve verinin bugünkü bilişim kapasitesiyle bir araya geldiğinde yakın gelecekte doğurabileceği benzersiz tehlikelere dikkat çeken Harari’nin konuşmasından önemli başlıkları sizler için derledik.

Muhtemelen Homo Sapiens türünün son örnekleriyiz. Önümüzdeki dönemde bedenimizi ve zihnimizi yeniden inşa etmenin yollarını bulacağız. Dolayısıyla veri 21. Yüzyılın ekonomisinde yeni bir ürüne dönüşecek. Tekstil, otomobiller ya da silahlar değil; bedenler ve zihinler geliştireceğiz.
Yaşamın neye dönüşeceğini veriyi yönetenler belirleyecek. Veriyi kontrol edenler sadece insanlığın değil, yaşamın geleceğini tanımlayacak.
Veri dünyanın en önemli varlığı haline gelecek. Geçmişte bunun karşılığı araziydi. Ancak bu çok küçük, kısıtlı bir zümreye aitti. Endüstri çağında makinelerin önemi arazinin değerini geride bıraktı. Çok sayıda makinanın az sayıda insanın hizmetine girmesi insanlar arasında sınıfları doğurdu. Sermaye ve işçi sınıfı böyle doğdu. Bugün ise veri, makinaların yerini alıyor. Ve aynı şekilde verinin kontrolü az sayıda insanın eline geçerse insanlık sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak.
Veri önemli çünkü bugün sadece bilgisayarlara değil, organizmalara müdahale edebiliyor, onları bir anlamda ‘hack’ ediyoruz. İnsanı hack etmek için güçlü sistemlere ve bol miktarda veriye ihtiyacımız var. Bedenin nasıl çalıştığına dair bilgilere sahip olmamız gerek.
Bugüne kadar kimse insanı hack etmek için ihtiyaç duyulan veriye ve cihaza sahip değildi. Vatandaşların her adımını, her detayını istihbarat ağlarıyla takip eden devletler dahi bu verileri işlemek ve anlamlandırmak için gereken güçten mahrumdu. Bugün bu değişiyor. İki paralel evrim bunu mümkün kılıyor. Makine öğrenimi ve yapay zeka ile biyoloji ve beyin bilimi konusundaki gelişmeler insanı çözmemizi sağlıyor. 150 yıllık çalışmalarımızın sonucunda organizmaların aslında bir algoritmadan ibaret olduğunu öğrendik. Ve artık bu algoritmaların şifresini çözme yeteneğine kavuştuk. Biyokimyasal verileri elektronik sinyallere çevirerek bilgisayarların analiz edebilmesini sağladık. Yeterince veri ve bilişim gücüyle bizi bizden daha iyi tanıyan yapılar ortaya koyabiliyoruz.
Bu gücün ve bilginin yaygınlaşmasıyla birlikte kendimizi Amazon’dan, Alibaba’dan ya da istihbarat servislerinden saklamamız zorlaşacak. İnternette dolaşırken, sosyal medyada vakit harcarken ya da video izlerken algoritmalar göz hareketlerimizi, kalp atışlarımızı, zihin aktivitelerimizi takip ederek bizi profilleyebilecek. Reklamlar bize ürünlerini pazarlarken cinsel eğilimlerimizi dahi bilerek kişiselleştirme yapacaklar. Biz bunun farkında olmayacağız ancak onlar olacaklar. Bizim tutkularımızı okuyup ona göre teklifler sunacaklar.
Bu çağ bir ‘dijital diktatörlük’ yaratabilir. Demokrasi bilgiyi farklı kurumlara dağıtarak karar mekanizmaları yaratır . Diktatörlüklerse bütün bilgi ve gücü tek noktada yoğunlaşarak işleri yürütür. 21. Yüzyıldaki yapay zeka ve makine öğreniminın ortaya çıkardığı güç, demokrasinin üstünlüğünden yana duran ibreyi diktatörlüklere doğru savurabilir. Demokrasi merkezi veri işlemeyi mümkün kılan yapılara uyum sağlayamazsa insanlar dijital diktatörlüklerin boyunduruğu altına girebilir. Bugün dahi teknolojileri kullanan demokratik görünümlü (ABD, İsrail gibi) ülkelerin bu tip yapılar kurmak için çalıştığını gözlemliyoruz.
Verinin kontrolü bir elit grubun dijital diktatörlüklerden daha radikal yapılar ortaya çıkarmasına yol açabilir. Bu elitler insan bedenine hükmetme yeteneğiyle yaşamın geleceğine karar vermeye yönelebilir.
Bilim, doğal evrim süreçlerini akıllı tasarıma aktarma görevini üstleniyor. Bu tasarım, bulutlardaki Tanrı’nın değil; bulut sistemlerini kullanan IBM, Microsoft gibi şirketlerin aklını temel alıyor.
Bilim, bizi organik sınırlarımızdan inorganik sınırlara taşıyacak. 4 milyar yıllık organik yaşamdan akıllı tasarımın şekillendireceği inorganik yaşama sürükleniyoruz. Verinin kimin elinde bulunduğu bu yüzden her zamankinden daha önemli.
Arazinin ya da makinaların sahipliği ve kullanımına yönelik düzenlemeler konusunda bilgi ve tecrübeye sahibiyiz ancak verinin düzenlemesine yönelik bilgilerimiz yetersiz. Bu zor, zira arazi ve makinaların aksine bilgi birçok yerde dağılmış halde ve kolayca kopyalanabiliyor. Sahiplikten söz etmek çok zor.
Bu konuda bir şeyler yapma sorumluluğu devletlere, politikacılara yüklemek de akıllıca değil çünkü onlar da yeterince güvenilir değiller. Birçok politikacı ve hükümet geleceğe yönelik vizyon çizme konusunda yetersiz. Toplumlara sundukları geçmişe yönelik nostaljik hikayelerden ibaret. Bir tarihçi olarak konuşayım: geçmiş sandığınız kadar eğlenceli değildi, o devirlerde yaşamak istemezdiniz. Ve geçmişe dönmek mümkün değil. Bu bir çözüm olamaz.
Verinin sahipliği konusunda bilimcilere, hukukçulara, filozoflara hatta şairlere danışmamız gerek. Bu sadece insanlığın değil tüm yaşamın geleceğini ilgilendiren bir açmaz.
Bu sorun önümüzdeki birkaç 10 yıl içinde gündemimize gelecek. 200 yıl sonra zaten bugünkü anlamda insanların kalacağını sanmıyorum. Bambaşka bir tür ortaya çıkacaktır.
Bugün insanların çoğu veri denince ne satın aldığı, hangi linke tıkladığını düşünüyor ancak esas önemli olan biyolojik veriler. Hack edilecek tek şeyin bilgisayarlar olduğunu sanıyorlar ancak beden çok daha büyük bir hedef. Asıl hedef beyindir.
Ülkem İsrail, Batı Şeria’da dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir takip sistemi inşa ediyor. İnsanların her anlamda her adımını kontrol etmeye çalışıyor. Çin, Kuzey Kore ve ABD de öyle. Ancak bugün bu takip hala geleneksel sistemler üzerinde yürüyor. Yarın bir akıllı bileklik takmaya mecbur kalacağımız yapılarda işler daha da değişecek. Sokakta liderinizin posterini gördüğünüzde ne hissettiğinizi merkeze rapor edecek tarzda sistemlerden söz ediyorum.
Eğer iyi niyetli bir küresel mutabakat olmazsa hiçbir devlet böyle bir yarışta geride kalmak istemeyecektir. Bu sorunun çözümü birçok farklı grubun ortak çalışmasını gerektiriyor.
En büyük çelişkileri sağlık alanında yaşayacağız. Mahremiyet ile iyi hizmet arasında tercihler yapmamız gerekecek. Daha iyi bir teşhis ve tedavi için bedenimizde ve beynimizde olan bitene yönelik yetkiler vereceğiz. Sanıyorum sağlık kazanacak. İnsanlar daha iyi sağlık için mahremiyetlerinden vazgeçecek. Hatta bazı ülke ve durumlarda bu mecburi olacak. Daha iyi şartlarda bir sigorta istiyorsanız bu verileri vermeniz gerekebilecek.

Bir Vasiyet

Torunlarıma ve gençlerimize vasiyetlerim…
9.2.2018

Bu satırları 75 yaşına ulaşmış, yaşlı bir kişi olarak yazıyorum. Çok şükür, bugüne kadar, Cenab-ı Hak (cc) bana layık olduğundan fazlasını lütfetti. Kimseye muhtaç etmedi, boyun eğdirtmedi. O açıdan şahsım adına, hiçbir beklentim kalmamıştır. Ve devamlı olarak şükrediyorum.
Ancak ülkeme ve tüm İslam aleminin mevcut tablosuna baktığımda, çok mutsuzum, üzgünüm. Bu kaos, dejenerasyon, sosyal ve ahlaki çöküntü, her açıdan geri kalmışlık, demokrasiden ve hukuk düzeninden nasipsizlik, cehalet ve sefalet, sömürgecilerin kölesi haline düşmüşlük, vb. yüreğimi kanatıyor. Ve görüyorum ki mevcut yönetimlerden, orta ve ileri yaş gruplarından hayır yoktur. Başarı şansları sıfırdır. Ve tüm görev ve sorumluluk, genç nesillere düşmektedir. Ne yazık ki, mevcut iktidarların hatalı ve kasıtlı politikaları ve bu eğitim düzeni ile genç nesillerin önünü tıkamak istenmektedir. Sallabaş, ufuksuz, kendine güvenmeyen, fikir üretmeyen, kısır kitlelerin üretilmesi, amaçlanmaktadır.
Bu durumda, tüm görev gençlerimize ve ana babalarına düşmektedir. Mevcut yüz kızartıcı tablodan kurtulmanın yolu, şahsi ve ailevi gayretlere dayanmaktadır. Ve ey gençler, ey torunlarım;
1- Lütfen, kendinizi çok iyi yetiştirin. Yıllarınızı, zamanlarınızı lüzumsuz şeylerle israf etmeyiniz. Bol bol okuyunuz, araştırınız. Sağlam bir imana, dürüst bir karaktere, geniş bir kültüre, şükür, sabır, hoşgörü, cömertlik, tevazu, çalışkanlık, üretkenlik, vatan sevgisi, kul ve kamu hakkına saygı, haramlardan uzak durma vb. hasletlere sahip olunuz. Bunun için;
a) Türk ve batı edebiyatının klasiklerini mutlaka okuyunuz. Resim, şiir, müzik, tiyatro, vb. güzel sanatlarla ilgileniniz.
b) Milli tarihimizi ve kültürümüzü, sağlıklı kaynaklardan öğreniniz. Yurdumuzun güzelliklerini ve insanını iyi tanıyınız.
c) Hiçbir zaman ve asla yalan söylemeyiniz. Suça bulaşmayınız. Zira bunlar, mutlaka bir gün ortaya çıkacaktır.
d) Arkadaş konusunda, çok titiz davranınız. Sizi kötülüklere bulaştırabileceklerden hemen uzaklaşınız. Özellikle kumar, alkol, uyuşturucu, sigara vb. kötülüklere hiç bulaşmayınız. (Bunlara başlamak çok kolay, bırakması imkansız denecek derecede zordur.)
e) Aile bağlarınız hep güçlü olsun. Büyüklerinizin birikimini hafife almayınız, tavsiyelerine önem veriniz.
f) Hırs ve hased duygularına, asla mağlup olmayın. Daima aşağıya bakıp şükredin, yukarıya bakıp hased etmeyin. En büyük servetin, şükretmek, güzel ahlaka, sahip olmak, dürüst ve güvenilir sıfatını taşımak olduğuna, inanınız.
g) İradeniz güçlü olsun. Uzak görüşlü ve üretken fikirli olun. Aklınızı ve mantığınızı hiçbir örgüt veya cemaat liderine ipotek etmeyiniz. (Kuran – ı Kerim’de, 700 defa “aklınızı kullanın” talimatı olduğunu unutmayın.)
Hiçbir zaman, dalkavuk olmayın, torpile tenezzül etmeyin. Cenab-ı Hakk’ın (cc) dışında hiçbir iradenin önünde eğilmeyin. Kısa vadede olmasa bile, uzun vadede mutlaka kazançlı çıkacağınıza inanın. Daima, yüce Rabbimize(cc) ve kendinize güvenin. Kimseden ve hiçbir zorluktan korkmayın. Hiçbir baskı ile doğru bildiğinizden ayrılmayın, inançlarınızdan taviz vermeyiniz. Dünyanın geçici olduğunu, ahiretin ebediliğini unutmayın.
h) Her hal ve şartta, ülkemize, halkımıza, hukuk düzenine, demokrasiye, sahip çıkınız. Hiçbir çıkar uğruna, yanlışın yanında yer almayınız.
i) Dinimizi, saçma-sapan ve sapık fetvalardan, şu veya bu zatlardan değil, sağlıklı kaynaklardan öğreniniz. Kuran-ı Kerim mealini, ama hiç olmazsa Türkçesini okuyunuz. Sahih hadisleri öğreniniz, uydurmalardan sakınınız. İman ve ilimin birlikte yürümesi gereğini unutmayınız. Cehaletin İslam tarafından reddedildiğini biliniz.
2- Gençlik dönemini iyi değerlendiriniz
a) Mutlaka bir yabancı dile sahip olun. Mümkünse, ikinci dili de öğrenin
b) Bilgisayarınızı saçma oyunlar için kullanmak yerine, bilgi sahibi olmak ve özellikle iyi bir bilgisayar yazılımcısı olmak için, kullanınız. (Bu size, hayatınız boyunca yarar sağlayabilir.
c) Hangi üniversiteye giderseniz gidin, ayrı bir meslekte kendinizi yetiştirin. Böylece, ille de devleti kapatmak istemezsiniz. (Hasta ve yaşlı refakatçiliği, masörlük, sağır-dilsiz alfabesi, tesisatçılık, boya-badana, elektrikli aletlerin-beyaz eşyanın-bilgisayarın vb. tamiri oymacılık, aşçılık, muhasebe, çiçekçilik, arıcılık, vs. vs.) Bu sayede, kendi işinizi kurma şansınız olur. (Üniversite diploması ille de kravat ve koltuk değildir. Aslolan müteşebbis olabilmektir
d) Genel kültürünüzü genişletin. TV’de saçma programları izleyeceğinize bilgi verenleri izleyiniz. Kozmoloji, kuantum fiziği, nano teknoloji, uzay çalışmaları, genetik, moleküler biyoloji, astronomi, tarım teknolojileri vb. konulardaki gelişmelerden belli ölçüde de olsa, bilgi sahibi olunuz
e) Dünyadaki sömürü düzeni, sağlık, tarım, ilaç vb. alanlardaki ahlaksızlıkları silah, enerji vb. sahalardaki insanlık dışı uygulamaları, iyi öğreniniz. Göreve geldiğinizde de mücadele ediniz.
Rabbim (cc) hepinizin akıbetini hayırlı etsin. Sağlık, uzun ömür ve başarılar lütfetsin. Kötülerden ve kötülüklerden korusun. Fazilet, basiret, feraset ve cesaret versin. Her türlü haramdan, günahtan, kula kul olmaktan (şirk’ten), gurur ve kibirden muhafaza buyursun. İlme ve sağlam bir iradeye sahip kılsın.

Burhan özfatura Eski ANAP izmir belediye başkanı

Beyaz zambaklar ülkesinde Rübab-ı şikeste Sapho Balzac Kapital Toplum sözleşmesi Fenn-i ruh Burjuva demokrasisi ile proletarya diktatörlüğü