All posts by farukseckin

farukseckin.com

Places to see in Türkiye

Efes Antik Kenti, Selçuk İzmir

Ölüdeniz, Fethiye Muğla

Pamukkale Travertenleri, Pamukkale Denizli

Dilek Yarımadası Milli Parkı, Kuşadası Aydın

Aspendos Antik Tiyatrosu, Serik Antalya

Patara Plajı, Kaş Antalya

Cennet Cehennem Mağaraları, Silifke Mersin

Kız Kalesi, Erdemli Mersin

Eğirdir Gölü, Eğirdir Isparta

Salda Gölü, Yeşilova Burdur

Safranbolu- Karabük

Çeşme, İzmir

Göreme Açık Hava Müzesi l Nevşehir

Şahinkaya Kanyonu l Samsun

Kazdağları

Datça palamutbükü

Erciyes Dağı Kayak Merkezi

Ulubey Kanyonu, Ulubey Uşak

Anıtkabir, Çankaya Ankara

Kapadokya, Nevşehir

Odunpazarı Evleri, Odunpazarı Eskişehir

Sümela Manastırı, Maçka Trabzon

Ayder Yaylası, Çamlıhemşin Rize

Yedigöller Milli Parkı, Bolu

Amasra, Bartın

Nemrut Dağı ADıyaman

Abant Gölü, Bolu

Tarihi Yarımada, İstanbul

Prens Adaları, İstanbul

Uludağ, Bursa – good to go now in winter 

Kız Kulesi, Üsküdar İstanbul

İznik Gölü, İznik Bursa

Ulu Cami, Bursa

İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı l Kırklareli

Tarsus Nusret Mayın Gemisi Müzesi ve Kültür Parkı l Mersin

Selimiye Camii l Edirne

Karagöl Sahara Milli Parkı l Artvin

Bodrum Kalesi l Muğla

Sultan Ahmet Camii ve Meydanı

Zeugma Mozaik Müzesi l Gaziantep

Göbeklitepe, Haliliye Şanlıurfa

Halfeti, Şanlıurfa

Side Antik Kenti, Manavgat Antalya

Damlataş Mağarası, Alanya Antalya

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, Eceabat Çanakkale –

where Gallipoli war happened between Türks and Australian-New Zealand and British troops . Unfortunately this intention cost tens of thousands to die far away home.

Polonya

1790’lı yıllarda Polonya (Lehistan) parçalanıp Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından pay edilir. Bu durumu ise o zaman dünya üzerinde bulunan devletlerden sadece Osmanlı İmparatorluğu kabul etmez. Lâkin tabii ki bu üç devletle savaşıp Polonya’yı kurtarabilecek gücü de yoktur. Fakat Osmanlı İmparatorluğu sağlam bir tavır sergileyerek o tarihten sonra tam 120 yıl boyunca Polonya’nın dağılışını protesto eder ve bu yok edilişi tanımadığını ilan eder.

Bunu da şu şekilde gerçekleştirmektedir: Osmanlı padişahları senede bir gün ülkesine gelen tüm yabancı sefirleri aynı anda ağırlamakta, merasim düzenlenmektedir. işte her sene bu merasimlerde sanki Polonya hâlâ varmışçasına sıra bu devletin sefirini anmaya geldiğinde “Lehistan sefiriiii!” diye bağırılır ve bir osmanlı askeri “Lehistan sefiri yoldadır!” şeklinde bağırarak cevap verir.

Bu, osmanlı imparatorluğu’nun oradaki tüm yabancı sefirlere “biz hâlâ Polonya’nın işgalini tanımıyoruz!” şeklinde bir notadır aslında. Bu durum Polonya’nın tekrar bağımsızlığını kazanmasına kadar devam etmiştir. Hatta yıllar önce Avrupa Birliği’ne üye ve üye olmaya çalışan ülkelerin Topkapı Sarayı’nda düzenlenen toplantısında Polonya Cumhurbaşkanı kürsüye çıkar çıkmaz ilk sözü “Polonya elçisi geldi!” olmuştur.

Hikâyenin temeli, Polonya-Litvanya Topluluğu’nun 1795’te Prusya KrallığıRusya İmparatorluğu ve Habsburg monarşisi arasında bölünmesini tanımayan tek büyük ülkenin Osmanlı İmparatorluğu olmasından kaynaklanmaktadır. Bazı kaynaklarda Kaçar İran’ın da bu bölünmeyi tanımadığı belirtilir.[4][5]

Bu hikâyenin ilk yazılı kaydı 1936-1945 yılları arasında Polonya’nın Türkiye’deki büyükelçisi olan Michał Sokolnicki’ye aittir. Hikâyeyi İstanbul Polonya toplumunu tanıyan bir Türk subayı ve politikacı olan Ali Fuat Cebesoy’dan öğrendi. Cebesoy, bu alışkanlığın saltanat sonuna kadar devam ettiğini, Sultan II. Abdülhamid döneminde genç bir subay olarak buna bizzat şahit olduğunu iddia etti.

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım

Atatürk annesi Zübeyde Hanımın mezarı başında. 27 Ocak 1923 tarihinde gerçekleşen bu ziyarette Atatürk aşağıdaki o meşhur konuşmasını yapmıştır: “Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur. Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz Erkan-ı Harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten bir gün beni aldılar ve despot idarenin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç-beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar despot idarenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgahımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirirlerken benimle görüşmekten men edilmiş olan validem, gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim mücadeleler onun hayatını ıstıraplar ve gözyaşları içinde geçirtmiştir. Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim vakit, validemi mustarip bir halde İstanbul’da terke mecbur olmuştum. Yanımda kendisinin refakatime verdiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman validem, bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının infaz edildiğini zanneylemiş ve bu zan kendisini felce uğratmıştı. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını elem, ıstırap içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgahı bin türlü sebep ve vesilelerle basılır ve aranır, kendisi rahatsız edilirdi. Validem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi.” Atatürk, cefakar annesini böyle anlatıyor ve devam ediyordu: “Validemin kaybından şüphesiz çok üzgünüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni teselli eden bir husus vardır ki, o da anamız vatanı mahv ve haraplığa götüren idarenin artık bir daha dönmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Validem bu toprağın altında, fakat milli hâkimiyet ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, milli hâkimiyet ilelebet devam edecektir. Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdetmiş olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin muhafazası ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”

@x tsumut71

Image

Interview Questions for intensive care fellow jobs (sample)

  1. Can you tell us about yourself/go through your cv.
  2. Have you been involved in any quality improvement projects ? Can you tell us about your experience ?
  3. Are you aware of the trust values ?
  4. Tell us about a case or an experience that you had difficulty managing or any task you think you did really well.
  5. Have you done a management and leadership course ?
  6. You are called to see a patient in ED who is in respiratory distress with a RR of 35. How do you assess this patient. What would you do ?
  7. You are summoned by your nursing colleague for a patient who developed a rash after being given a dose of amoxicilline. You realise she is allergic to penicilline on patient record. What do you do?
  8. You are summoned by your nursing colleague for a patient who started struggling to breath after intravenous antibiotic administration. You realise she is allergic to penicilline on patient record. What do you do?
  9. You go to a ward to see a patient on the ward who has recently got inserted an NG tube. He is coughing and has started to spike temp after feed being started. +you ask for a CXR which shows NG misplacement. + How do you manage ? + What extra measures would you take ? how do you escalate ?
  10. A postoperative patient comes to ICU after a Esophagectomy operation . drops saturation and gets agitated, what to do ? How do you assess ? What is your differential diagnosis ? How do you diagnose septic shock ?
  11. what do you understand from patient confidentiality ?
  12. What does clinical governance mean ?
  13. how yo treat anaphylaxis ?
  14. how do you treat a status epilepticus ?
  15. What do you enjoy doing in your free time ?
  16. Do you have any questions for us ?
  17. Why do you think we should employ you ?
  18.   There is a pt with tracheostomy. Suddenly, nurse called you about dropping saturation. You increased fio2 to 100% and nurse gave salbutamol. However, sat is low. What would you think and do?
  19. if your junior is not compliant with the ward rules, what would you do ?
  20. Whats your 2 years career plan?

Aşık Mahzuni Şerif

“Âşık Mahzuni Şerif’in bütün besteleri ve şiirleri 1985 yılında kitaplaştırılmıştır. Fakat Abdürrahim Karakoç’a ait 5 adet şiir de sanki Mahzuni Şerif’e aitmiş gibi kitabın içinde yer almıştır. 

Durumu öğrenen avukatı olayı Abdurrahim Karakoç’a açıklayarak;

‘yaptığı ayıp sen bana vekâletini ver Mahzuni’nin canına okuyayım’ der.

Avukat vekâleti aldıktan sonra hem yayınevine hem de Mahzuni’ye bir noter protestosu çekerek ne cevap geleceğini beklemeye koyulur. İki hafta sonra Mahzuni’den cevap gelmiştir. Özetle şöyle demektedir.

‘kitabı hazırlayan akademisyen arkadaşın hatasıdır. Benim bu durumdan kitap yayınlandıktan sonra haberim oldu. Sen bir ağrı dağısın karakoç baba, bense yanında küçük bir tepe. O kitaptaki bütün şiirlerin okkası darası bir ‘isyanlı sükût’ etmez. Boşver mahkemeyi, hâkimi. Cezamı sen kes. Karakoç’un şeriatına boynum kıldan incedir’.

Ve bu satırların altında da muhteşem bir şiir:

… karakoç baba’ya…

‘Elbistan yiğidi karakoç baba

Kumanyalar bizde azık değil mi?

Bizim yöremizin gerçek diliyle

Haksıza gözümüz kızık değil mi?

Atına binmeyi bilmeyen tatar

Kendi hayalinde ciritler atar

Beşimiz tok, on binimiz aç yatar

Böyle bir sisteme yazık değil mi?

Sülâlem sermemiş yırtılmış sergi

Vallahi dediğim değildir yergi

Hırsıza kaç kurtul, mazluma vergi

Böyle bir adalet kazık değil mi?

Az değildir karakoç’dan aldığım

Boşa mıydı mahzunîlik bulduğum?

Sen, ben söylemezsek kurban olduğum

Bizdeki ozanlık bozuk değil mi?’

Avukat bey Abdurrahim Karakoç’un yanına varıp mektubu uzatarak:

‘Mahzuni şerif beni mahvetti, sıra sen de ağabey’ der.

Karakoç mektubu eline alınca daha ilk satırlarında gözleri buğulanarak, mahcubiyetten elleri titreyerek okumaya başlar. sıra şiire geldiğinde hisleri aynen satırlardaki gibidir. Sanki bir bulut kaynadı Nurhak Dağları’ndan, oradan oraya savruldu ve gelip Karakoç’un başına çöreklendi.

Sadece elleri değil konuşurken sesi de titriyordu:

‘keşke bu işe avukatı, mahkemeyi, noteri karıştırmasaydık.’

Yukarıda adı geçen Abdurrahim Karakoç’un ‘İsyanlı Sükût’ şiiri:

İsyanlı Sükût

Gitmişti makama arz-ı hal için,

‘bey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Bir azar yedi ki oldu o biçim…

‘şey’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,

Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı…

Bir baktı konağa alttan yukarı.

‘vay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,

Açtı tabakasın, sigara sardı.

Daldı..neden sonra garsonu gördü,

‘Çay’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi masada unuttu çayı;

Kalktı ki garsona vere parayı,

Uzattı çakmağı ve sigarayı

‘Say’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,

Sandım canevime döktüler ateş.

Sordum: ‘memleketin neresi gardaş?’

‘Köy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,

Ağzına küfürler doldu zehirden;

Salladı dilini..vazgeçti birden,

‘Oy’ dedi, yutkundu, eğdi başını.” /

Abdurrahim Karakoç ve Aşık Mahzunî Şerif’e saygı ve rahmetle.

160519627 odtubebesi@eksisozluk